30 Haziran 2010 Çarşamba

UNESCO nedir?


UNESCO (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization), Birleşmiş Milletler Eğitimsel, Bilimsel ve Kültürel Örgütü, özel bir kurum olarak 2. Dünya Savaşı ardından 16 Kasım 1946 yılında kurulmuş bir örgüttür. Faaliyetleri uluslararası işbirlikçilik ile sağlanan imkanlarla eğitim, bilim ve kültürel açılardan dünya barışı ve güvenliğini sağlama açısından yapılan çalışmalardır.

Gelirlerini üye olan devletlerden aldığı aidatlar ve birleşmiş milletler fonundan sağlayan unesco yaptığı kültürel faaliyetler arasında bizim için en büyük önem taşıyan kısmı, tarihi alanları koruma altına alarak bu bölgelerin tahribatını önlemek ve gelişimi için katkılar sağlamaktır.

Türkiye üzerinde koruma altına alınmış tarihi ve kültürel yerler :

Göreme Tarihi Milli Parkı ve Kapadokya (1985)
Divriği Ulu Camii ve Melike Turhan Darüşşifası (1985)
İstanbul'un tarihi yerleri (1985)
Hattuşaş (1986)
Nemrut Dağı (1987)
Hierapolis–Pamukkale (1988)
Xanthos–Letoon (1988)
Safranbolu, Karabük (1994)
Truva (antik şehir) (1998)

olup aday gösterilenler ise :

Efes Antik Kenti(1994)
Karain Mağarası (1994)
Sümela Manastırı (Meryem Ana Manastırı)
Alahan Manastırı
Aziz Nikolaos Kilisesi
Harran ve Şanlıurfa (2000) [741]
Urartuların Ahlat Mezarlığı ve Osmanlı Hisarı
Kalesi ve Surları Diyarbakır
Selçuklu Kervansarayları Denizli ile Doğubeyazıt arasında
Konya-Selçuklu Medeniyeti
Alanya (2000) [746]
Mardin Kültürel Peyzaj
Bursa ve Cumalıkızık Erken Osmanlı kentsel ve kırsal yerleşim
Edirne Selimiye Camii
St.Paul Kilisesi, St.Paul 'u çevreleyen tarihi eserler
İshak Paşa Sarayı
Kekova
Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı
Arkeolojik Site Afrodisias
Antik Kentler Likya Medeniyeti
Arkeolojik Site Sagalassos
Neolitik Site Çatalhöyük
Arkeolojik Site Perge

29 Haziran 2010 Salı

Antik Truva Kenti


KAZILAR

Truva antik kentinde yapılan ilk kazılar 1871 - 1874 yılları arasından amatör bir arkeolog olan Heinrich Schielmann ve William Dörpfeld aracılığı ile yapılmıştır. Bu kazılar ile ilgili buluntular Homeros'un Iliadası ve Odysseia eserlerinden oldukça uzak buluntulardır. Bundan sonra gerçekleşen ilk kazı William Dörpfeld taradından 1893 - 1894 yılları arasında yapılmış olup dönemin bilinen özelliklerine yine uzak buluntular ortaya çıkmıştır.

Truva'ya ait ilk somut buluntu 1987 yılında yapılan kazılarda Truva'nın önemli bir limanına rastlanmıştır. Aynı zamanda Akilis'in anıt mezar tepesi de bulunmuştur.

Bu tarihten sonra 1988 yılında başlayan ve Manfred O. Korfmann önderliğinde başlayan kazılarda günümüze ait pek çok eser günyüzüne çıkarılmıştır. Bunlar arasında hellenistik dönem, roma dönemine ait pek çok buluntuya rastlanmıştır. Şimdiye kadar bulunan buluntular şehrin merkezi bölümüne ait olup, yerleşim alanlarının olduğu bölgelerde yoğun bir kazı çalışması yapılmamıştır. 1998 yılında UNESCO korumasına giren Truva'daki kazılar, Truva Dostları Derneği çatısı altında halen devam etmektedir.

YAPI KATLARI

Truva Kenti'nde İlk Tunç Çağı'ndan başlayarak Bizans Dönemi'ne kadar uzanan on yapı katı bulunmaktadır. Bu yapı katlarından ilki 14 tabakaua sahip olan 1. ve 2. ve 3. Truva, İlk Tunç Çağı'na aittir. 4. Truva İlk Tunç Çağı'ndan Orta Tunç Çağı'na geçen dönemi yansıtırken, günümüzdeki Homeros'un öykülerine konu olan Truva 6. ve 7. dönem olup, Truva'nın bir ticaret kenti olarak en görkemli dönemlerini yaşadığı zamanlardır. Bu evreden sonra 8. Truva'da Truva Hellenistik Dönem özellikleri taşımış olup, 9. evrede Roma Dönemi özelliklerini taşımış ve son olarak 10. dönemde de Bizans dönemine aittir.

TRUVA ATI

Homeros'un destanındaki Truva Atı'nın bugüne kadar bulunamamış olması, atın günümüze kadar yanmış olduğu veya bu atın gerçekte hiç var olmadığına dair düşünceler doğurmaktadır. Avrupalılar için çok büyük önemi olan bu destana ithafen, 25 Nisan 1915 yılında Ertuğrul Koy'una yapılan saldırıda, River Clyde isimli kömür gemisi ile dikkat çekmeden Ertuğrul Koy'una kadar gelinmiştir. Bu yöntem daha önce Truva Atı ile de yapılmış olduğundan bu gemiye modern truva atı adı verilmitir. Kente girildiğinde görülen truva atı 1975 yılında türk sanatkarı İzzet Senemoğlu tarafından yapılmıştır.

YAPILAR

Truva Antik Kenti'ndeki günümüze kadar bulunan yapılar Athena Tapınağı, Odeon (küçük tiyatro), Bolueuterion (Halk meclisi(SPQR), sunak, Propylaon ve türbündür.

Bunun dışında dönemde yiyecekleri toprağa gömmekte kullanılan ve bu sayede bir nevi buzdolabı işlevi gören Pitoslar, İlk Tunç Çağı'na ait, Hellenistik dönem'de çok büyük önem kazanacak olan megaron tipi evler burada bulunan diğer önemli buluntulardır.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Truva (Mitolojik Hikaye)


Truva'nın şehirsel özelliklerine geçmeden önce tarihin gördüğü en önemli edebiyatçılarından olan Homeros'dan başlamak gerekir. Bu edebiyatçının yazdığı eserler avrupa tarihinin temellerini oluşturur ve dünyanın en önemli edebi metinleri arasında kabul edilir. Yazdığı eserlerin dünya üzerinde yarattığı etki ne bir siyasi etkinlik ne de günümüzdeki trendlerin etkisiyle kıyaslanabilir, belki de günümüzdeki etkisi dinler kadar büyüktür.

Truva üzerine yazılmış olan iki metin olan Iliada ve Odysseia destanları sayesinde tarihin en önemli savaşlarından birisi açığa çıkmış, kimilerine göre efsane olan Truva Atı hikayesi burada yer almıştır.Bu büyük destanlar kısaca özetlemek gerekirse,Paris'in doğumu, güzellik yarışması, Akilis'in kahramanlıkları ve Troyalı Hektor'u öldürmesine kadar olan bölüm Iliada Destanı, buradan kentin alınmasına kadar olan bölüm ise Odysseia olarak geçmektedir.

Efsaneye göre Priamos'un eşi Pekabe, karnından çıkan bir alev topunun şehri yokettiğini görür, bunun üzerine, dönemde hemen herkesin yaptığı gibi bir kaine danışan Pekabe, doğacak olan çocuğunun bir şekilde Troya'nın düşmesine yol açacağını söyler. Bunun üzerine çocuğun öldürülmesini talep ederler ancak Pekabe ve Priamos çocuklarına kıyamaz ve Ida Dağı'nın eteklerine bırakırlar ve öldürüldüğünü bildirirler. Burada Paris vahşi hayvanlar tarafından büyütülür. Bu esnada bir gün Truva'da Thetis ve Peleus'un düğünü esnasında düğüne çağırılmayan Eris, bu düğüne çağırılmayışından dolayı bu düğünü karıştırmak ister ve bu sebeple gökten bir elma indirir ve bu elmanın üzeirnde dünyanın en güzel tanrıçasına yazmaktadır. Bu elmayı gören Zeus'un eşi Hera, savaş ve akıl tanrıçası Athena ve güzellik tanrıçası Afrodit bu elmaya sahip olup en güzel tanrıça olmak için mücadele edeceklerdir. Ancak sonrasında bunun için bir jüri seçilmesi gerektiğini ve dünyanın en güzel tanrıçasını onun belirlenmesi kararı çıkar. Buna hiçbir tanrı yanaşmak istemez, en sonunda Zeus bunun için Kazdağları'ndaki Paris'i görevlendirir. Paris'e bir takım vaatlerde bulunulur. Hera, eğer kendisi seçilirse ona dünyanın en büyük yapacağını, Athena onu dünyanın en büyük komutanı yapacağını, Afrodit'te ona dünyanın en büyük aşkını vereceğini söylerler. Paris tercihini kalbinden yana kullanır ve Afrodit en güzel tanrıça seçilir.

Bu durumun üzerine, Athena, Hera ve Poseidon (kendisin Truva şehrinin surlarının örülmesine karşılık Zeus'un ölümsüz atının verileceği vaad edilmiştir ama surların yapımı bittikten sonra şehirden kovulmuştur.) Truva'nın düşmesi taraftarı olurlar. Bu esnada kral Agamemnon'un kardeşi Menelaos'un eşi Helena, Afrodit'in ona verdiği söz sayesinde Paris'e aşık olur ve beraber Truva'ya kaçarlar. Bunun üzerine uzun zamandır Truva'yı alma peşinde olan Agamemnon Truva'ya savaş açar. Oldukça uzun bir savaş sonucunda Thesis ve Peleus'un oğlu olan ve yeryüzünün en büyük savaşçısı olarak görülen Akilis, Hektor'u öldürür. Iliada destanı burada bitmektedir.

Bu olayların sonrasında Akhalı Kral Odysseia, bir at yaptırır ve içerisine askerler yerleştirir. Savaşın bittiğini ve hediye olarak bu atı onlara hediye ettiklerini belirtirler.Bu esnada gemilerini Poseido'un yaptığı çok büyük bir sur arkasına gizlerler. Priamos, Poseidon'a zamanında verilmemiş olan attan dolayı olan mahcupluğundan bu atı kabul eder ve bu atı tapınağının önüne yerleştirir. Kutlamalar sonrasında alınan alkolden dolayı sızan askerler Truva Atı içerisinden çıkan askerleri görmezler, kapının askerlerini kılıçtan geçirdikten sonra şehrin kapılarını Akhalılara açar ve şehir düşer.

Şehir düşerken kaçan Truvalılar önce İda Dağı'nda saklanırlar, buradan Altınoluk civarlarına geçerler ve yaptıkları gemiyle Roma devletini kurarlar. Sonrasında Truva'nın intikamı yapılan 4. haçı seferinde (1200 - 1204)de Konstantinopolis'i ele geçirerek alırlar. Ancak 1261 yılında tekrar kenti kaptırırlar. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, Konstantinopolis'i aldıktan sonra Truva'yı ziyaret etmiştir.

İlk Tunç Çağı


Kalkolitik Çağ'ın bitişi ile artık mevsimler günümüzdeki durumuna kavuşmaya başlamıştır. Kalkolitik Çağ'da başlamış olan ticaret ve organize çalışma kabiliyeti, tunç Çağı'na girilmesi ile gelişim göstermiş, madenciliğin de başlaması ile artık ticaret çok daha büyük önem kazanmaya başlamıştır.

Ticaret ve organize çalışanın öneminin iyice artmasıyla artık devlet oluşumları görülmeye başlamış, ticaretin öneminin artması yazının da doğuşunu getirmiştir. Bu gelişim sonucu eskiden izole yaşayan bu devletler artık birbirleriyle güçlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Devlet oluşumu bunun yanında bir yönetici sınıfının oluşumu ihtiyacı doğurmuştur. Bu yüksek sınıfın oluşumu zamanla halkın içinde de sınıflar oluşmasına yol açtı. Önceden yapılan silah ve çömleklerin yanında, bakır - kalay karışımı tuncun eklenmesiyle daha dayanıklı çanak çömlekler ve silahlar yapmaya başlamışlardır.Tunç Çağı, bu değişimlerin yanında bu yeni keşfin adıyla simgelenmiştir. Tunç Çağı, kendi içindeki gelişimlere göre 1. Tunç Çağı, 2. Tunç Çağı ve 3. Tunç Çağı olarak ayrılmaktadır.

Bu çağın mimari olarak en önemli özelliği, ilerde büyük tapınakların oluşmasına olanak sağlayacak olan megaron tarzı yapılardır. Bunlar ilk olarak Çanakkale'deki Truva bölgesinde rastlanmıştır.

Bu çağda mezarlar artık evin dışına gömülmek yerine, günümüzdeki mezarlıklarındaki gibi toplu bir şekilde gömülmeye başlanmıştır. Mezarlara genelde pitos denilen kaplar içerisine hoker biçiminde konularak toprağa gömerlerdi.

Bu dönemde çanak-çömlekçilik iyice gelişmiş, Truva bölgesinde yapılan çanak ve çömlekler genel olarak Çanakkale ve Batı Anadolu Bölgesi'nin karakteristiği olmuştur.Çanak ve çömlekler insan yüzü tutamakları olan, pek çok renge sahiptir. 3 ayaklı yapılan kaplar da zamanının oldukça sevilen kaplarıdır.

Aşağıpınar Höyüğü


Erken Kalkolitik Çağ'ın en önemli temsil edildiği yer olan Aşağıpınar Höyüğü, Kırklareli il merkezinin 500 m. kadar güneyinde yer almaktadır.

M.Ö. 5800 yıllarına tarihlenen bu höyükte evler artık birbirlerine ayrı olarak yapılmaktaydı.Höyükler artık giderek bir köy ve kasaba durumunu almaya başlamıştı.Savunmanın giderek artan önemi nedeniyle höyüğün çevresi surlar ve hendeklerle kaplıydı.

Höyükte bulunan pek çok ana tanrıça heykeli mevcut olup bunlar daha önce bulunan ana tanrıça heykellerinden farklı bir şekilde, silindir gövdeli, şematik olan heykelciklerde cinsel organlar abartılı bir biçimde yapılmışlardır.

Halk geçimini genel olarak tahıl ve evcil hayvanlardan sağlıyordu ancak halen avcılık kısmen de olsa devam etmekteydi.

Kuruçay


Kuruçay Höyüğü, Hacılar Höyüğü'nün 8-9 km. doğusunda yer almakta olup, erken neolitik dönemden itibaren yerleşim merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

M.Ö. 6.000 yıllarına tarihlenen bu höyük zamanına göre oldukça güçlü bir korunma mekanizmasına sahipti. Sur tarzı bir savunma geçidinin yanlarında kule tarzı binalarla zamanının en iyi savunma mekanizmasına sahip bu höyüğe kuzeydoğu girişindeki küçük bir açıklıktan giriş sağlanabilmektedir.Kullanılan çanak çömlek türü Sembolik-Fantastik biçimdedir.

Bugüne kadar yapılan kazılarda 12 tabaka kadar katmana sahip olan bu höyükte ilk kazılar 1977 - 1978 yılları arasında Refik Duru öderliğinde yapılmıştır.

Hacılar Höyüğü


Hacılar Höyüğü, Burdur Kentinin içerisinde yer almakta olup, kentin 24 km. batısındaki Hacılar sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Anadolu'nun bugüne kadar bulunmuş en eski yerleşim bölgelerinden birisi olan bu höyük, Geç Dönem Neolitik Çağı'nın özelliklerini taşımaktadır.

Höyükte 4 yapı katı bulunmakta olup C14 verilerine göre, M.Ö. 6.000 yıllarına tarihlenmektedir.Buradaki evler Çatalhöyük'tekilerden büyük olup 10*6 boyutlarına kadar ulaşmaktadırlar. Bu dönemin evleri dikdörtgen yapıda olup odalar arasında kerpiç duvarlar yer almaktadır.Kiler ve mutfak eşyalarının olduğu bölüm evden ayrılmış, böylece günümüzdeki mutfak kavramı oluşmaya başlamıştır. İnsanların toplayıcılık ve avcılık sonrası toprağa bağımlı hale gelmesinden dolayı bu bölgede geniş tarım alanları oluşturulmuş, kullanılan yontma taş aletler buna göre şekillendirilmiştir. Ana tanrı inancı bu bölgede de hakim olmakla beraber höyükte tapınak tarzı herhangi bir buluntu yer almamaktadır. Ancak avcılığın öneminin azalmasıyla beraber avcılık ile ilgili yapılan resim ve kabartmalar yerlerini ana tanrıça figürlerine bırakmıştır. Ölüler evlerin içlerine değil, dışlarına gömülmüştür.

Hacılar Höyüğü, 1957 - 1960 yılları arasında Prof. J. Mellart tarafından yürütülmüştür.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Çatalhöyük



Neolitik Çağ Dönemi'nin en önemli yerleşmelerinden birisi Konya Ovası, Çumra'da bulunan Çatalhöyük'tür.Ortalama M.Ö. 7500 ile 5700 yılları arasında tarihlenen Çatalhöyük, Neolitik Dönem içerisinde oluşmuş olup bugüne kadar Anadolu'da ve Orta Doğu'da bulunmuş en büyük ve en iyi korunmuş antik yerleşim bölgesidir.

Kasaba içerisinde ortalama 5.000 - 6.000 kişininin yaşadığı tahmin edilmekte olup,binden fazla konut mevcuttur.Höyükte kesintisiz bir şekilde 14 tabaka mevcuttur.Yoğun olarak Erken Neolitik Dönem'de konuşlanan bu kasaba, doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırlmaktadır. Kent genel olarak tek katlı, düz ve kare şeklinde evler bulunup, evlerin girişleri çatıdandır.Bu evler birbirlerine birleşik bir biçimde ve aralarında boşluk olmayacak şekilde yapılmış, bu sayede günümüzdeki bir kale suru türünde ilkel bir savunma sistemi kurulmuştur. Bu evlerin aralarında günümüzdeki mahallelerine benzetilebilecek geniş avlulara yer verilmiş, burası köy halkının toplandığı yerler olmuştur. Kasabada ortalama 50 adet şapel tarzı tapınak bulunmuştur. Bu şapellerin duvarlarında ayinsel resimler ve kabartmalar bulunmaktadır. Ayrıca bu dönemde bulunan ana tanrıça heykelcikleri, dini törenlerinde bereket sembolü olarak ana tanrıçaya inandıklarını göstermektedir.

İlk olarak 1958 yılında keşfedilen bu bölge, James Mellaart'ın 1961 - 1965 yılları arasında yaptığı kazılarla bütün dünyanın dikkatini çekmiş, Mellaart'ın bazı buluntuları kaçırması üzerine ülkemizden gönderilmiştir. Bu skandaldan sonra 1993 yılında Campbridge Üniversitesi'nden Ian Hodder önderliğinde yeniden başlamış olan kazılar halen devam etmektedir.

25 Haziran 2010 Cuma

Göbeklitepe Höyüğü



Göbeklitepe Höyüğü, Şanlıurfa (Urfa\Edessa), Örencik Köyü'nde bulunan ve Anadolu'da bulunan en eski tapınak olmakla berbaer muhtemelen dünyanın da en eski tapınağıdır..

Akeramik Neoliitk döneme tarihlenmiş bu tapınak bir kutsal ziyaret yeri görünümüne sahiptir.Bu bölgede en dikkat çekici yapılar yükseklikler 3 metreyi "T" biçimli dikilitaşlardır.İnsanı simgelediğine inanılan bu taşlar ana tanrıça inancından önce bir ataerkil toplumun yaşadığını düşündürmektedir.Bunlar içerisinde geç döneme ait olduğu sanılan aslan kabartmalı ve kilim kabartmalı dikilitaşlar mevcuttur.20nin üzerinde yuvarlak yapı olduğu tahmin edilen bu mevkide henüz bu yuvarlak yapılardan 6 tanesi günışığına çıkarılmıştır.Buradaki alanın alt kısmında terazzo denilen bir beton zemin bulunmaktadır.Bunun dışında bulunan dikdörtgen yapılar, yuvarlak olan yapılardan daha sonrasına tarihlenmektedir.Bu 16 taş üzerinde bulunan hayvan desenlerinin bazıları saldırgan bir biçimde resmedilmiş, buraya gelen yabancılara saldıracakmış gibi bir görüntüye sahiptirler.

Varlığı ilk kez 1963 yılında, Mahmut Kılıç tarafından farkedilen Göbeklitepe, 1995 yılında ilk kez Alman arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt bölgede yapılan arkeolojik kazılar periyodik zamanlarla halen devam etmektedir.

Beldibi Mağarası


Beldibi Mağarası, Antalya'nın 50 km. kadar güneybatısında, Antalya - Kemer yolu üzerinde Obaköy mevkiinde bir kayaaltı mağarası olup Antalya bölgesinde Karain Mağarası'ndan sonra prehistorik önem taşıyan ikinci büyük mağaradır.Bu bölge genel olarak üst paleolitilik çağdan neolitik çağa kadar Anadolu'da yaşamış olan insanların kullandıkları mağaralardan birisidir.Bunun dışında Karain, Öküzini ve Belbaşı Mağaraları bu bölgede bu döneme ait buluntular içeren mağaralardır.

6 tabakadan oluşan mağara, Üst Paleolitik, Mesolitik ve Neolitik döneme ait önemli buluntular içeren bu mağarada pek çok av hayvanlarına dair boyalı duvarlar ve avcılığa dair çizimler ve mikrolit türünde eşyalar bulunmuştur.Bu avcılığa dair resimler ve av aletlerinin ışığı doğrultusunda bu mağaranın bir avcılık merkezi olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.

1966 yılından itibaren yapılmaya başlanan kazılar günümüzde halen devam etmekte olup mağara şu an turizme açık olarak ziyaretçilerini beklemektedir.

Antalya Karain Mağarası


Karain Mağarası, Antalya'nın 30 km. kuzeybatısındaki Yağca köyü içerisinde bulunan bu mağara, Türkiye'nin en büyük mağaralarından birisidir.

Karain Mağarası, üst üste 8 adet büyük boşluktan oluşmaktadır.Dar bir girişe sahip olması dolayısıyla insanoğlunun vahşi hayvanlardan korunmasına yardımcı olmuş ve bu sayede ilk dönemin hemen her evresinde güvenli bir mağara olarak kullanılmıştır.Paleolitik Çağı'nın ilk dönemlerinden itibaren Doğu Roma uygarlığı'na kadar dönem dönem yerleşim olmuştur.Burada ilk dönemden Doğu Roma Uygarlığı'na kadar 8 adet tabaka bulunmakta olup Homo Neandertalensis, Homo Sapiens Sapiens türüne dair kalıntılar ve pek çok yabani hayvana dair kemik bulunmuştur.Burada bulunan bu pek çok yabani hayvan kemikleri ve av aletleri burada yoğun bir avcılık ve toplayıcılık dönemi yaşandığını göstermektedir.Mesolitik Çağ'a dair de pek çok kalıntı bulunan Karain Mağarası,Neolitik Çağ'a geçişte önemli bir merkez olarak görülmektedir.

Karain Mağarası'nda ilk kazılar 1946 - 1973 yılları Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Prehistoriya Profesörü İ. Kılıç KÖKTEN önderliğinde yapılmıştır.Günümze kadar devam eden çalışmalar, 1985 yılından beri Prfo. Dr. Işın Yalçınkaya tarafından yapılmakta olan mağara günümüzde turizme açık bir şekilde faaliyet göstermektedir.

Yarımburgaz Mağarası



Paleolitik döneme ait en eski yerleşim yeri olan bu mağara Anadolu'daki en eski yerleşim bölgesidir.İstanbul'da Küçükçekmece Gölü'nün 1.5 km. kuzeyinde yer almaktadır.

Dik bir eğimle yükselen ve iki oyuktan oluşan bu mağarada Doğu Roma Uygarlığı'na kadar uzanan 16 katmandan oluşmaktadır.1021 m. uzunluğuna sahip mağara.Bu katmanlardan 6. ve 11. tabaka orta ve üst, 12. - 16. tabakalar da ilk dönem paleolitik çağa aittir.Sadece Afrika kıtasında rastlanabilen homo Habilis türü insandan sonra diğer kıtalara dağılan Homo Erectus insanına dair kalıntılara bu mağarada rastlanabilmektedir.

Bu bölgedeki kazı çalışmaları ilk olarak 1963 yılında Şevket Aziz Kansu önderliğinde yapılmış, ardından İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Mehmet Özdoğan'ın önderliğinde 2. dönem kazıları yapılmıştır.

Obsidyen Taşı


Bu çağa kadar adından sıkça bahsettiğim obsidyen taşından bahsetmek istiyorum.Obsidyen (Volkanik Cam)yanardağ patlamalarından sonra oluşan magma tabakasının kuruması sonucu oluşmaktadır.Paleolitik çağlardan itibaren kullanım halinde olan,işlevsel olarak en yoğun kullanım dönemini mezolitik dönem oluşturmaktadır.Taş aletlerin uçlarına yerleştirilerek oklar ve mızrak yapımlarında kullanılmış, bu sayede iklim değişiklikleri sonucu değişim geçiren ve çeviklik kazanan bu hayvanların yakalanmasında nispeten kolaylık sağlamıştır.

Bu dönemden itibaren obsidyen avcılık ve toplayıcılık hayatını kolaylaştırması dışında ticaret kavramının oluşmaya başladığı bu dönemlerde yoğun bir şekilde takasda kullanılmıştır.

Günümüzde değerli bir taş sınıfında olan obsidyen, vücudun enerjisini boşaltmada ve karaciğerin temizlenmesine faydası ile bilinmektedir.

24 Haziran 2010 Perşembe

Kalkolitik Çağ (M.Ö. 5.500 - M.Ö. 3.000)


Bu döneme Anadolu'da geçiş tarihi olarak Göller Bölgesi'nde çıkan ve oradaki Neolitik kültüre son veren yangından sonra bu çağa girildiği kabul edilmektedir.Kelime anlamı olarak Khalkos = Bakır ve Lithos = Taş kelimelerinden türemiştir.

Bu dönemin en önemli özelliği taşaletlerin yerini artık bakır aletlerin yerini almıştır.Bu dönem başlı başına yeni bir dönem olmamakla beraber Neolitik Dönem'de tarihlenen yeniliklerin gelişmesi ve devamı niteliğinde gerçekleşmektedir.

Bu dönemde köyler gelişmiş ve günümüzdeki kent görünümleri kazanılmaya başlanmış, Mezopotamya'dan gelen tapınak planı yapımınnda rol oynamıştır.

Tarımsal üretim yanında hayvancılık büyük bir öneme sahip olmaya başlamıştır.

Seramikli Neolitik Dönem (M.Ö. 7.000 - M.Ö. 3.000)


Bu dönemin oluşumu esnasında, Seramiksiz Neolitik Çağ'da oluşan köyler düzensiz bir biçimden oluşuyordu.Bu dönemle beraber köyler bir avlu etrafında toplanmaya başlamış ve yerleşik hayatın temelleri günümüzdeki halini almaya devam etmiştir.

Geç dönemde hoker biçiminde evin altına gömülen mezarlar artık evin dışında bulunmaya başlamış olup, bu mezarların içerisinde pek çok şahsi eşyaya rastlanmıştır, bu onlarda ölüm sonrası yaşam inancının varolduğunu göstermektedir.

Beraber yaşayan halka zamanla doğada bol miktarda bulunan kili keşfetmiş ve bu kile birtakım şekiller verip pişirerek günümüzdeki çömlekçiliği uygulayan köylere rastlayabilmekteyiz.

Bu döneme ilişkin kilden yapılmış pek çoktanrıça heykelleri bulunmuştur.Bu geniş kalçalı, iri göğüslü tanrıça heykelleri doğurganlığı temsil edip dini bir inancın varlığını pekiştirmektedir.Ayrıca bu dönemde kilden yapılmış birtakım mühürlere rastlanmıştır, bu mühürler kırılarak açılabilmesi dolayısıyla insanlarda bir mülkiyet döneminin oluştuğunu gösterir.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Akeramik Neolitik Dönem (M.Ö. 12.000 - M.Ö. 6.500)


Neolitik dönemin ilk kısımlarında seramik henüz bulunmamış olup, insanların yavaş yavaş toplu bir yaşama geçişlerinin gerçekleştiği dönemdir. Güneydoğu Toros'larda bulunan Çayönü Köyü, Anadolu'da saptanmış en eski köy olup bu dönemde kurulmuştur.Bu dönemde kurulan evler genelde dörtgen planlı olup içerisinde yatak odası ve kiler mevcuttu.Bu dörtgen evler dışında yuvarlak yapıda tasarlanmış evler de mevcuttur.Bu evler ahşaptan bir desteğe sahip oluğ taştan yapılmışlardır.

Bunun dışında ilk büyük yapı olarak lanse edilen Göbeklitepe'deki tapınak da bu döneme aittir.Bu tapınak aynı zamanda Anadolu'da bulunan ilk tapınak olma özelliğine sahiptir.

Bu dönemde ölüler hoker biçiminde evlerin altına gömülmüştür.Yapılan aletlerin süs eşyası olarak kullanılması ve ticarette takas olarak kullanılması ilk olarak bu dönemde başlamıştır.Obsidyen bu dönemde de sık kullanılan bir madde olup ticarette ve av eşyalarının yapımında kullanılmıştır.

Avcılık ve toplayıcılık ynaında bu dönemde tarım ve hayvancılık oldukça gelişmiştir, günümüz tahılları bu dönemlerde elde edilmeye başlanmış ve evlerin kiler bölümlerinde depolanmışlardır.Hayvancılıktaki gelişmeler sayesinde artık ihtiyaç halinde gerekli olduğu durumda avcılığa gerek kalmadan evcilleştirdikleri hayvanlardan yaralanılmıştır.

Neolitik Çağ (M.Ö. 11.000 - M.Ö. 3.000)


İnsanoğlunun bu süreçten itibaren gelişimi inanılmaz derecede hızlanmıştır bu yüzden bazı bilimadamlarınca bu dönem Neolitik Devrim olarak da lanse eidlmektedir.Bazı bilimadamlarınca Kalkolitik Çağı'da bu döneme aittir, böyle düşünülürse M.ö. 11.000 yılından ortalama M.Ö. 3.000 e kadar tarihlendirilebilir.

Neolitik Dönem, kelime olarak Neos = Yeni ve Lithos = Taş kelimelerinden oluşmaktadır.Bu dönem Türkiye'de cilalı Taş Dönemi olarak da lanse eidlmektedir.Bu dönemin en önemli özelliği insanların artık köylere yerleşimleri, toplu yaşama geçişleri olarak özetlenebilir ki bu günümüzde oluşan toplumların başlangıç noktası olarak sayılabilir.Bu dönemde avcılık ve toplayıcılık ile beslenme yanında tarım ve hayvancılıkla yapmışlardır.

Bu çağ kendi içerisinde Akeramik(Seramiksiz) ve Seramikli Dönem olarak ayrılır.

Mezolitik Dönem (M.Ö. 13.000 - M.Ö. 5.000)


Bu dönemin en önemli özelliği Son Dönem Buzul Çağı'nın(Würm) sonlarının bitmesi ile sıcak döneme geçiş çağı olmasından kaynaklanmaktadır.Bu sayede artık günümüzdeki iklim şartları oluşmaya başlamış olup günümüzdeki yaşam koşullarının gerçekleşmesi süreci hızlanmıştır.Bu sayede Paleolitik Dönem'deki eski kalın kürklü hayvanlar yerini günümüzdeki ince derili ve çevik hayvanlara bırakmaya başlamıştır.Kelime anlamı olarak Mesos = Orta ve Lithos = Taş kelimelerinden oluşan Mezolitik Dönem,Epipaleolitik Dönem olarak da adlandırılmaktadır.Türkiye'de Orta Taş Dönemi olarak geçmektedir.

Bu dönemde avcılık ve toplayıcılık ile beslenen bir kısım halkın yanında bitkisel ürünler de tüketilmeye başlanmıştır.Hava şartlarından dolayı oluşan yeni hayvan türlerini yakalamak için Paleolitik Dönem'deki aletler yetersiz kalmaya başlamış, insanoğlu yeni icatlar üretmek durumunda kalmışlardı.Mızrak ve ok gibi silahlar bu dönemde oluşmuş ve bu sayede eskiye göre çevik olan hayvanları yakalama konusunda kolaylıklar oluşmuştu.Bu dönemde Obsidyen ve çakmak taşı bu dönemde önemli bir rol oynamış olup bu taşın ticarette bir takas aracı olarak kullanılmıştır.

Paleolitik Dönem (M.Ö. 1.800.000 - M.Ö. 10.000)


Paleolitik Dönem, Palaios(eski) ve Lithos(taş) kelimelerinden oluşmaktadır. Türkiye'de yontma taş devri olarak geçen bu periyod,kendi içerisinde alt paleolitik(M.Ö. 1.800.000 - M.Ö. 100.000), orta paleolitik (M.Ö. 100.000 - M.Ö. 40.000) ve üst paleolitik (M.Ö. 40.000 - M.Ö. 10.000) olarak oluşmaktadır.

Paleolitik dönemin karakteristik özelliklerine değinmek gerekirse, buzulların olduğu dönemdir, sırasıyla Günz, Mindel, Riss, Würm olarak sıralanan bu dönemlerde insanoğlu mağaralarda yaşayabilmiş ve bu sebepten dolayı Afrika dışarısına çıkamamışlardır.İlk taş aletlerin yapılmaya başlanıp kullanıldığı dönemdir.Alt paleolitik dönemde Homo Erectus, orta paleolitik dönemde Homo Neanderthal ve üst paleolitik dönemde de Homo Sapiens'in oluştuğunu söylemek mümkündür.

Bu dönemin insanları geçim kaynağı olarak avcılıkve toplayıcılık ve doğada bulunan bitkiler ve meyvelerle sağlanmıştır.Avcılık ise ilk dönem taştan yapılan aletler aracılığıyla sağlanmıştır.

Bunun dışında mağaralara yapılan pek çok av ile ilgili resimler mevcuttur.Sanatsal yönü olan bir av kültürüne sahip olmaları insanoğlunun bu dönemin sonlarına zihinsel yönde yaşadığı gelişimi en güzel şekilde anlatmaktadır.Bu döneme ait mağara resimlerine Avrupa'da Pirene Dağları'nda rastlanabilir.Anadolu'da ise Palanlı (Adıyaman) ve Camuşlu(Kars) Mağaraları'nda rastlanabilir.

22 Haziran 2010 Salı

Buluntuların yaşını belirlemede kullanılan Carbon 14 metodu


Prehistorik dönemlerden bahsederken bu buluntuların yaşlarının nasıl bulunduğuna dair biraz bilgi vermek sanırım yerinde olacaktır.Günümüzde bu yaşların buluması için en sık kullanılan yöntem Carbon 14 tekniğidir.Bu sistem ile fosil,arkeolojik ve jeolojik bütün buluntuların yaş tayini yapılabilmektedir.Buluntunun içerisindeki radyoaktif karbon miktarı ölçülerek bulunan sayı her yıl için ikiyle çarpılmakta ve bu sayede binde beş gibi bir hata payıyla buluntunun yaşı ortaya çıkarılmaktadır.Bu metod ilk kez 1946 yılında Willard Frank Libby ismindeki Amerikan bilimadamı olarak bulunmuştur.

Homo Neanderthal (M.Ö. 100.000 - M.Ö. 12.000)


Bu insan türü aslında Homo Erectus'dan Homo Sapiens'e yani günümüz insanına geçiş türü olduğu için, Homo Sapiens türü ile oldukça benzerlikler göstermiş ve birkaç yüzyıl boyunca Homo Sapiens ile beraber yaşamış olup Homo Sapienslerin baskınlığı ile zamanla yokoldukları düşünülmektedir.Bu türe ait en önemli buluntulara Akdeniz kıyıları, Kırım'da Aral Gölü dolayları, Çin, Avrupa'da özellikle İber Yarımadası'nda rastlanmıştır.Anadolu'da bulunan örnekler ise Karain, Gümüşdere(İstanbul), Adıyaman, Şehramuz, Kefken, Adıyaman'da bulunabilmektedir.

Homo Erectus (M.Ö. 1.800.000 - M.Ö. 100.000)


Homo Erectus, Homo Habilis türü insandan sonra çıkmış olup en büyük özelliği ateşi keşfetmiş oluşudur.Tarihte bulunan en eski ateş buluntusuna dair kanıt Çin'de M.Ö. 1.000.000 yılına aittir ve Homo Erectus dönemine aittir.Ateşin bulunması sayesinde yemekleri çiğ yemek zorunda kalmayan bu insan türü sayesinde çene kasları küçülmüş ve bu da beynin büyümesine olanak sağlamıştır.Ateşin bulunması sayesinde mağaralardan çıkmayı başaran bu insan türüne günümüzde pek çok yerde rastlanmaktadır.Bunların başlıca bulunduğu yerler Çin'in doğusunda bulunan Java Adası'nda, Avusturalya'da, Kuzey Afrika'da, İspanya ve Anadul'da pek çok buluntusuna rastlanmaktadır.Anadolu'da bu insan türüne ait kalıntılara İstanbul Küçükçekmece'de yer alan Yarımburgaz Mağarası'nda rastlanabilir.

İlk insan Homo Habilis (M.Ö. 2.800.000 - M.Ö. 1.800.000)


Homo Habilis denen insan türü günümüzde varlığı kanıtlanmış ilk insan türüdür.Kelime anlamı olarak "yapabilen insan" anlamına gelmekte olup günümüzde sadece afrika kıtasında buluntularına rastlanabilmiştir.Bu veriden yola çıkılarak söyleyebiliriz ki günümüzde afrika dışına açılım henüz gerçekleşmemiştir.Taş aletlerin kullanımına başlanmış ancak ateşin keşfi henüz gerçekleşmemiştir.Sanılanın aksine iki ayak üzerinde durabilme özelliği Homo Erectus ile beraber Homo Habilisde de mevcuttur.